Seçil Alkış: Öteden beri mimarların Türk Sanatının yönelimleri konusunda etkili olduğu söylenir/bilinir. Bir mimar/koleksiyoner/müze sahibi olarak bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Can Elgiz: Mimarların Türk sanatına etkisi öncelikle mimarinin içine yerleştirdikleri eserlerden başlıyor. İç mimarinin bir parçası haline gelen sanat eserlerinin yerleştirilmesi çok önemli bir unsur haline geldi. Mimarların Çağdaş Sanata katkıları, mekanlara yerleştirdikleri sanat eserlerinden geçiyor bence… Bunun büyük boyutunu da dünyada görebiliriz. Mimarların en rahat hareket ettikleri alanlar dini yapılardı.Dini yapılar üzerine kendi aralarında yarışmaya girip farklı projeler yaratılırdı.Bu durum son zamanlarda müze yapılarında olmaya başladı. Müze yapılarında mimarlar kendi becerilerinin en üst seviyesine ulaşmayı deneyimliyorlar. Starchitect sözcüğü de buradan doğmuştur. Bu gibi yapılarda mimarideki göze batarlık, içerdeki sergilenen eserlerin üzerine çıkmaya başladı. Her ne kadar bu yapıların yapılması sanat için çok büyük bir destek göstersede bazı durumlarda da olumsuz yönlerinin dikkate alınması gerekiyor.
S.A: Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’nin bu bağlamda misyonu ve yaklaşımı neye tekabül eder?
C.E:Bizim misyonumuz ilk başladığımız gün, 2001’den bugüne genç sanatçılara yer vermekti. Vasıf kortun, Fulya Erdemci ve Melih Fereli ile devam ettiğimiz dönemde, galerilerde hiç yer bulamamış sanatçılara küratöryel sergiler yapaktı amacımız. Ama bir noktadan sonra koleksiyoner kimliğimize geri dönmek istedik. Bu arada bizim desteklediğimiz sanatçılara yer vermeye başlayan galeriler ve kurumlar da oluşmaya başlayınca biz ana kimliğimiz olan koleksiyonerliğe ağırlık verdik. Ama koleksiyon sergilemenin yanı sıra hala proje odalarımızda genç sanatçıları destekleyen sergiler yapmaya devam ediyoruz. Son dönemde oluşturduğumuz 1500 metrekare olan terasımızda seçici kurul tarafından seçilen ve senede yaklaşık iki kere değişen heykel sergileri yapıyoruz. İlk başlangıçta öne sürdüğümüz misyonu böylelikle kısmen devam ettiriyoruz.
S.A: Bir mimar gözüyle, sanatındamekanı kavrayışı açısından sizce öne çıkan sanatçılar kimler?
C.E:Mimar olmasından dolayı Erol Akyavaş benim önemsediğim sanatçılardan biridir. Sanatçı yaptığı bütün eserleri mekan okumasına göre organize eder, mekanla bütünlük kurar. Mimar kimliğinden sonra sanatçı kimliği aldığı için bu tanımda en başarılı sanatçılardan biri diyebiliriz. Aya İrini’de gerçekleştirdiği sergi önemlidir bu hususta. Mehmet Gün için de aynı şeyleri söyleyebiliriz bu bağlamda. Özellikle kullandığı malzemeden kaynaklı o tarihi mekanda çok etkili görünen işlerdi. Epey sanatçı var bu özelliği taşıyan ancak aynı mekan üzerinden gidecek olursak (Aya İrini Kilisesi) Fabian Marcaccio önemli isimlerden biri. On metreden yükseğe asılmış işler ve onunla beraber sergilenmiş olan Michael Lee’nintabanı kaplayan bir işi vardı. Onun mekan ile birleşmesi şöyleydi; işin üzerinde yatıp her izleyici tavanı seyredebiliyordu.
S.A: Özellikle Dünya ve Türkiye’de postmodern dönemde projeler butikleştirme ve diğerlerinden ayrışma arzusu içerisindeydi ve bu durumda sanat, mimari konseptler için çekici bir mecra olmaya başladı. Bunu ve yapılan örnekleri nasıl buluyorsunuz?
C.E:Bu tamamen mimari bir gidiş. Charles Jencks’in mimarlık tarihini tanımladığı gibi; Zaten yaşanmış olan ve eskinin imgesini canlandırma dışında hiçbir gerçeklik taşımadan yeniden üretilen şeyi yaşıyoruz. Postmodernizmin eskiyi yıkmak gibi bir derdi olmadığı için günü ve geçmişi anlatan bir çabası vardır. 1970-80’lerden sonra yeniden çağdaşa dönme akımı arasında postmodern ile birlikte eskiyi dönüştürme, klasik özümlenmesi üzerine eklemleme üzerine yoğunlaşan bir döneme başlandı. Micheal Graves bu dönem için önemli bir isimdir. Fakat o dönem kendini biraz kapattı bence. Şimdi tekrar çağdaş ve çağ ötesi avangart döneme geçildi. Durum biraz farklılaştı. O da tabi ara akım olarak kaldı, aynı durum sanatta da vardır. İkisinde birden etkisini gösterdi.
S.A: Proje 4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi İstanbul merkezli bir oluşum olarak, şehrin Dünya üzerindeki değişen ve gelişen konumlanışı bağlamında kendine nasıl bir perspektif planlıyor?
C.E:İstanbul’un gerçekten yükselen bir değer olduğunu kabul etmek gerekiyor. Eskiden beri çok fazla turist çeken bir şehir olmakla beraber, eskiyi ve yeniyi bir araya getiren de bir şehir aynı zamanda. Bu durumda çağdaş sanat İstanbul’a çok yakışıyor tabi. Neden yakışıyor, tarihi şehrin üzerinde yükselen bir değer haline geldiği için. Onun için bu yarımadadaki sanatçılar da yaratıcılık bakımından avantaj taşıyor. Bu yaratıcılığı taşıyansanatçılar olduğu gibi gelen izleyiciler de çağdaş sanatı görmeyi istiyorlar. İlk yabancı çağdaş sanat eserleri toplamaya başladığımız zaman, bundan 15 sene evvel, karşılaştığımız yabancı koleksiyonerler, Türkiye’de Çağdaş Sanat var mı yok mu diye soruyorlardı. Şimdi herkes nerede, ne kadar olduğunu öğrenmeye başladı. Biraz daha somut bilgi sahibi oldular. Elgiz Çağdaş sanat müzesinin gelecek ile ilgili planlarına gelecek olursak, biz koleksiyon sergilerine devam etmek istiyoruz, prensip olarak koleksiyon haricinde bir şey göstermiyoruz teras ve proje odaları hariç. Bu süreçte proje ve teras sergilerimize devam etmekle birlikte ana misyonumuz olan koleksiyon sergilerine devam ediyor olacağız.
Seçil Alkış: It's been known/said for a long time that architects are influential in giving direction to the tendencies in Turkish art. As an architect/collector/museum owner, what do you think about this notion?
Can Elgiz: The influence of architects on Turkish art begins first and foremost with the works they place in architecture. The way art works are placed in the space (which is now a part of interior architecture) has become quite important. I think the contributions of architects to contemporary art are determined by the art works they place in spaces... We can see this in a larger scale in the world. Religious structures used to be the structures that the architects designed most freely. There used to be contests between architects involving religious structures, for which they came up with various projects. Lately the same can be said for museum buildings. When designing museums, architects reach the highest point of their skills. This is the source of the word starchitect. Such architecture has lately begun to attract more attention than the works shown inside. Even though the existence of these structures indicate a wide support for art, sometimes the negative aspects should be considered.
S.A: What's the mission and attitude of Elgiz Museum of Contemporary Art in this context?
C.E: Our goal used to be to show the works of young artists, since the opening in 2001 up until today. During the period we worked with Vasıf Kortun, Fulya Erdemci amd Melih Fereli, our intention was to organize curatorial exhibitions for artists who weren't able to show their works in any gallery. But at a certain point, we wanted to return to our collector identity. Meanwhile galleries and institutions had begun to show the works of the artists we supported, and thus we put our emphasis on collecting, which is what defines this institution. But in addition to exhibiting collections, we still continue to organize shows in our project rooms that support young artists. We have a new terrace that is 1500 square meters wide, in which we host sculpture exhibitions of works selected by a committee – we have about two such shows a year. Thus, to a certain degree we keep pursuing the goal that we set out in the beginning.
S.A: As an architect, which artists do you think are prominent with regard to their understanding of space in their works?
C.E: Erol Akyavaş is one of the artists I find significant, as he's an architect. He organizes all his work according to the perception of space; he achieves a unity with the space. Regarding this criteria, he's one of the most successful artists, as he became an artist after working as an architect. His exhibition in Aya İrini is therefore significant. In this context, the same can be said for Mehmet Gün. Especially due to the material he used, his works looked very impressive in that historical space. There are quite a number of artists who do this, but if we take the same space (the Aya İrini church) as an example, Fabian Marcaccio is also one of the prominent artists. His works were hanged ten meters high, and at the same time the work of Michael Lee covered the floor. It was integrated with the space in such a way that the visitors could lie on the work on the floor, and watch the ceiling.
S.A: Both in the world and in Turkey, specifically during the postmodern era, projects aimed to be elite and unique, and this turned out to be an attractive field for artistic and architectural concepts. What do you think of this, and of the examples made?
C.E: This is completely an architectural movement. As Charles Jencks defines the history of architecture; We're living a life that has already been lived before and reproduced bearing no reality except the recreation of an image of the past. As Postmodernism isn't concerned with destroying the past, it attempts to tell of today and the past. After the 1970-80s, during a movement of a return to contemporary, came postmodernism, an era with emphasis on transforming the past, adding things to an internalization of the classic period. Michael Graves is a significant person for this era. But I think this era is now coming to an end. Now a contemporary and beyond-era avant-garde period has begun again. Things are a bit different now. Postmodernism has been a period of transition. The same can be said of art. It affected them both.
S.A: As an Istanbul based organization, and concerning how the city changes and develops with respect to the world, what is the planned perspective of Proje 4L/Elgiz Contemporary Art Museum?