SANAT LÜKS OLMAMALI !
Türkiye de sanat eserine sahip olmak son zamanlarda büyük bir ayrıcalıkmış veya sadece parası olan insanların ulaşabilecekleri bir meta gibi gösteriliyor. Avrupada, insanlar her ay bir koleksiyon parçası alabilecek kadar sanat ile hem maddi hem manevi olarak aynı ortamda yaşıyorlar. Şöyle ki sanat çok daha ulaşılabilir durumda. Galeriler, sanat platformlarının fiyatlarıçok daha erişilebilir....
Ne yazık ki bizde ki furyada fiyatların uçuşa geçmesiyle yanlış olgular oluştu, makul fiyata satan ne galeri ne de sanatçı kaldı bence. Arco Madrid’den yeni döndüm, müzelere girmiş sanatçı işlerini gayet makul, medeni fiyatlara aldım.Bence bu korkutucu fiyatlardan dolayı bizim sanat piyasamızın çok büyük yaralar aldığını düşünüyorum.Tabi devlet desteğinin hiç olmadığı, galeri kiralarının uçtuğu, okulu yeni bitirmiş sanatçıların kendini ispatlamak için pahalıya satması gerektiğini zannetmesi vs... Bu da geçecek, taşlar yerine oturacak...
Seçil Alkış: Bu enerjinizi neye borçlusunuz diyerek, magazinel bir soruyla başlamak istiyorum…
Leyla Alaton: Magazinel değil. Çok da sorulmayan ancak önemli de bir soru. Çünkü bunun nedenleri var. Birincisi, sanırım her yaptığım şeyi severek yapıyorum. Bir de yeni insanlar tanımaktan, yeni hayatlar duymaktan hoşlanıyorum. Ve kendi çapımda onların yaptıklarına katkım olabiliyor ise, bu beni çok daha mutlu ediyor. Aslı Biçer ile de benim dostluğum iki sene oldu. Tamamen tesadüfi. Her zaman için özellikle gençlere destek konusunda çok duyarlıyım. Gençlere ve kadınlara. Aslı’yı da bir girişimci kadın olarak görüyorum. Ve galeri sahibi olmanın hiç de kolay bir şey olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki şu anda röpörtajını yaptığımız çok güzel bir dergiyi çıkarıyorsunuz. Ben böyle pozitif, verimli işler yapanların, her zaman yanındayım. Zannediyorum enerjim oradan geliyor. Yani o faydalı olmak hissinden geliyor. Bir de değer bilinmesi çok önemli benim için. Hem benim değerimin bilinmesi, hem de asıl benim değer bimem. Yani ben bu yapılan şeylerin değerini biliyorum. Onun içinde kendime göre bir katkı sağlıyorsam, bundan zevk alıyorum. Bu da bana enerji veriyor.
S.A: Peki dünyanın farklı şehirlerinde olan fuarların nerdeyse hepsini geziyorsunuz. Henüz göremediğiniz ve merak ettiğiniz fuarlar var mı?
L.A: Henüz Honkong ‘u görmedim. Bence büyük bir eksiklik. İnşallah bu sene gideceğim, çok niyetliyim. İlk defa, Art India’ya gittim geçen hafta. Christies’in davetlisi olarak. Beşincisi yapılıyordu. Tabi muhteşem bir programdı. Çünkü oradaki çok büyük koleksiyonları da gezdirdiler. Sadece fuarda gördümüz eser değil, asıl evlerde gördüğümüz eserler müthişti! Orada ki sanat platformları, çok ilgi çekiciydi. Oradaki sanata destek veren, hali vakti çok yerinde olanların, evleri müze gibi. Onları görmek bence ilginçti. Çok da etraflıca gezdik. Yani herhangi bir fuar gezisi değildi. Tabiki hep bir grupla gittiğimizde, bazı evler açılıyor. Bize Contemporary Art Fuar’ına gelen yabancılara, bizim kendi evlerimizi açmamız, davet vermemiz gibi. Onlarda aynen, evlerinde ağırlıyorlar, koleksiyonlarını paylaşıyorlar ve dostlarını tanıtıyorlar.
S.A: Dünya sanat piyasasını görmüş ve takip eden biri olarak Türkiye’yi nasıl konumlandırıyorsunuz? Hangi aşamadayız sizce?
L.A: Aslında bu işin tam olarak içinde olanlar daha iyi bilir bu durumu. Ben ancak bir gözlemci olarak, dışarıdan bir kişi olarak, dünya standartlarında olduğumuzu düşünüyorum. Ve koşar adımlarla değil zıplarcasına ilerliyor Türkiye güncel sanatı. Nitekim bu sene içinde kaç tane sanatçının, Newyork’da solo sergisi açıldı. Bundan gurur duyuyoruz! Bu çorbada, benim de kendime göre tuzum olacak. İçerisinde olduğumuz alanda, Murat Pulat’ın işini görüp, Leila Heller ile iletişim kurup, tanıtabiliyor isem, benim sanat’a olan katkım bu. Sevdiklerimi, daha doğrusu güzel iş yapabilecekleri bir araya getirmek ve bundan hiç bir çıkar sağlamamak. Beni özgür ve serbest yapan belkide beni sevilen yapan bu. Çünkü hiç bir çıkarım yok ve öyle bir isteğim de olmadı. Ne galericiyim, ne de bir sanatçıyım. Sadece bir sanat severim ve yapılan işlerin Türkiye’nin dışında görününürlüğü olsun istiyorum! Türk sanatı ve Türk sanatçıları’nın tanınmasından farklı bir gayem yok. Documenta’ya gittim ve Ekavart blog’da yazdım. Zannediyorum ki başkaları da gitti benden sonra belki biraz da fikir edinerek. Hiç iddiası olmayan, hiç kimseyle yarışmayan, sadece manevi tatmin için yapılan bir çaba, bir uğraş benimkisi.
S.A: Türkiye’nin çok hızla geliştiğini ve bunun iyi olduğunu söylediniz. Az once konuştuğumuz gibi bir çok galeri açıldı, yepyeni sanatçılar doğdu, yeni bir küratörlük anlayışı gelişti, bu arada müzayedeler arttı ve fuar sayısı da önümüzdeki dönemde yapılacak Modern Sanat Fuarı ile artmış olacak. Contemporary Sanat Fuarı’na gelen galeri sayısının artışı ve etkinlikleriyle daha da harmanlanmış durumda ancak bir yandan bu çokluk ve hızlı artışın olumsuz yanları nasıl etkileyecek Türkiye’yi? Etkinliklerin artmasıyla kalitenin düşeceğini söyleyebilir miyiz sizce?
L.A: Bu her konuda yaşanan hızlı gelişmelerde rastanan bir şey! Ben yüz de yüz katılıyorum bu gözlemlere. Ama bu çabuk büyümenin dezavantajları. Yani burda böyle çok büyük adımlarla koşarak gitmenin sonucunda tökezleyen olacak mutlaka. Sanatçılardan da tökezleyen olacak, galericilerin de tökezleyini olacak, fuarcısının da aynı şekilde. Ama bu durum bizi durdurmamalı! Yani bu dünya çapında, dünya standartlarında diyelim, çağdaş sanatı takip etmemiz, buna kendi çapımızda katılmamızı engelleyemez artık. Bu sene bir Malborough Gallery bizim fuara katıldıysa, bu herhalde Türk koleksiyonerlerinin, Türk sanat severlerinin bir şeyler iddia ettiklerindendir, kendi PR’ları için değil. Yani İstanbul bugün çağdaş sanat haritasına girmiştir bence. Ama söylediğinize katılıyorum. Zorlanan biraz balon olduğu doğrudur. Her açıdan da öyle. Spekülatörü de öyle. Üçe aldım, beşe sattım arada iki kattım, ettim. Bunlar çok doğal süreçler ve hepsinden olacak. Hepsinden olsun ki iyiler kalsın zaten! Bu yoldan geçmiş bütün marketlerin, bütün pazarların geçirdiği evreler. Biz daha farklı değiliz. Benim bildiğim kadarıyla!
S.A: Bir de koleksiyoner olmadığnızı söylemiştiniz yazınızda. Sadece sanata destek olmak amacıyla işler aldığınızı, sanatçıları desteklediğinizi söylemişsiniz. Sizce, Türkiye’de sanat ne için alınıyor ya da sizing eser alırken ki kriterleriniz neler?
L.A: Koleksiyoner değilim dedim. Kendimi, hiçbir şeye maruz bırakmamak için ve biraz korumak için galiba. Ama evimi görenler, sen koleksiyoner değilsin de kim koleksiyoner demeye başladılar. Ben o zaman diyorum ki “Kendi mütevazi koleksiyonumun küratörüyüm.’’ Hakikaten eserlerin tek ortak paydası, estetik olarak gözüme hitap etmeleri, ruhuma hitap etmeleri doğrusu. Örneğin; bir Shirin Neshat’ın eli benim için barışı, Selma Gürbüz’ün karıncaları kendi çalışkanlığımı ve enerjimi hatırlatıyor, Mehtap Baydu’nun Yirmi bir tane kadının dudaklarını altın kaplamayla yaptığı ve her kadının kendi boyuna göre astığı dudakları, söz gümüş ise adlı iş bana başka feminist felsefeyi hatırlatıyor ve hitap ediyor. Mike and Doug Starn’ın Metropolitan’ın tepesinde yaptıkları Bambu var. Onların bir fotoğraf işini Alican Ertuğ ile beraber Armory Sanat Fuarı’nı gezerken almıştım, rahmetli’yi hatırlatıyor bana. Hepsi bir şey ifade ediyor. Koleksiyoner dediysem, az önce de bahsettiğim gibi kendimi korumak için söyledim. Mini koleksiyonerim diyebilirim belki. Kendi çapımda iddasız ve yarışa girmeyen bir koleksiyonerim. Elbette ki sadece sanatı desteklemek adına sanat alınmaz. Küçük paralar değil bunlar. Sevdiğim için alıyorum. Sanatı desteklemek adına onun PR’ını yapıyorum. Benim zevkime hitap etmesi gerekmiyor. Özellikle politik mesajlı eserleri ben toplamıyorum. Ama çok önemli olduklarını düşünüyorum. Yani bir Bienal parçası olabilir, bir müze parçası olabilir ama benim için o işler çok da evimde görmek isteyebileceğim tarzda değiller. Bir bayrak, bir asker ve yerde yatan kanlı çocuk gibi politik mesajlı, yahut şiddet unsuru olan işler her ne kadar başkalarına da tavsiye etsem, benim evimde görmek istediğim parçalar değil. Ben hala bakabildiğim şeyleri seçiyorum. Spekülatör değilim. Müze yapmayı da düşünmüyorum, kenara stoklamak için hiç almıyorum, öyle bir imkanım da yok. Şimdilik böyle ama herşey değişebilir çünkü insanın zevki değişiyor, çok şey öğreniyorum, öğrendikçe başka bakış açıları oluşuyor. Tanıdıkça, tanıştıkça. Zaten güzel olan tarafı bu. Dinamikliği! Dinamikliği olmasaydı zaten, sıkıcı bir şey olurdu. Halletmiş olup, bitirmiş olurduk.
S.A: Peki sanatın yatırım amaçlı olarak alındığı ve algılandığını daha çok gözlemleyebildiğimiz bu günlerde, duygusal olarak kendinize yakın hissetiğiniz işleri aldığınızı söylüyorsunuz. Peki diğer koleksiyonlar ya da koleksiyonerler hakkında söylemek istediğiniz bir şey var mı? Türkiye’de koleksiyonerlik nasıl algılanıyor?
L.A: Bence iyi koleksiyonerler var. En azından kendilerini artık sadece Türkiye’ye hapsetmiyorlar. Mudo’nun koleksiyonerliği tartışılmaz, koleksiyonu tartışılmaz. Nitekim halka açılacak çok yakında. Yani otuz senedir eser toplayan bir kişiden bahsediyoruz burada, otuz kere şapka çıkartmak gerek. Öyle değil mi? Neredeyse bir tek Yahşi Baraz ve Galeri Nev varken koleksiyonerliğe başlamış ve devam ediyor olması gerçekten değerli benim için. Sadece iyi koleksiyoner olması da bir yönden işimize gelen bir durum değil aslında. İyisi de, kötüsü de, spekülatörü de, satanı da, alanı da, dinamizm getirir. Burada büyük iş düşen aslında galeriler. Alıp da müzayede’ye veren adamı, artık ayırt edebilmeleri lazım ve eser satarken daha seçici davranmaları gerekiyor. Yani öyle bir lüksleri olması lazım. Gözümün önünde yaşanan bir olay bu; iş aldığım bir galeriden, başka bir işi düşünürken bir başkası geldi. Yani aynı sanatçının başka bir işini aldı, daha parasını ödemeden iki hafta sonra başka bir müzayede de sattı. Olacak iş değil! Ben o galeri sahibine “bu nasıl olabilir“ dedim, ‘’Benim için kara listede artık.’’ dedi. Bu durumlardan geçilecek. Yapılacak bir şey yok. Artık bu işin etik boyutu. Herkese iş düşüyor. Galericiye de, Müzayede evindekine de, ancak sanatçıya da çok iş düşüyor. Bir avuç insanız zaten. Bu piyasanın kuralları’nın oturması lazım. Bir sanatçıdan galerisini pas edip iş alabilmek beceri değil, ayıp benim gözümde. Çünkü dünya standartlarında oynuyoruz artık. Çok ciddi bir evliliktir bu. Ve evlilik sözleşmesi diye bir şey de var tabi rihayet edildiği kadarıyla. Bir yandan da iki tarafın da rihayet etmesi gereken kuralları olan bir evlilik.
S.A: Evlilik kurallarından, bir de işin etik kurallarından bahsettik. Bir de sözleşme durumu var. Bir sözleşme olmasa dahi, bazı etik gereksinimler ile ilgili Santral İstanbul’un koleksiyonu’nun müzayede de satışa sunulacak olması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
L.A: Konunun bütün detaylarını bilimiyorum. Tweet’den okudum bir kaç bildirim. İşte bir ders olsun bu da herkes için. Bu gibi durumlardan çıkarılacak çok iyi dersler var. Dünyanın sonu değil! Ben böyle bakıyorum. Herkes için, sanatçı için, veren galeri için, müze diye geçinen yer için. Bebeğine sahip omak gibi bir şey bu. Değil mi? Hangi ellere gidecek, nereye gidecek, kim bakacak ona? Sonra kim büyütücek? Kim besleyecek? gibi bir şey bu. Bu kadar basit. Onun için herşey sözleşme. Artık o devirdeyiz. Herşey yazılı oldu mu, tartışmaya da gerek kalmaz. Ne oldu bitti, kim yaptı, o ne söyledi artık alaturkalık.
S.A: Bu olumsuz ve etik dışı konunun üzerine merak ettiğim başka bir konu var. Hiç hayal ettiğiniz, önümüzdeki dönemlerde yapmayı planladığınız bir projeniz var mı?
L.A: New Museum’un leadership Counsel’ındayım. Bu ikinci senem. Tabi ki küratörlerine böyle bir baskı yapmaya cürret edemesem de, planlarına, programlarına Türk sanatçılarını almalarını, dolaylı yönde olsa da onları ikna edebileceğimi umuyorum. Yani New Museum’da Türk Sanatçılarının ağırlıklı olduğu bir sergi, bir gösteri olması düşüncelerimin arasında. Burada kendime pay çıkarmayı ve de mutlu olmayı istiyorum. Ama onun dışında hepsi küçük projeler. Yani her türlü proje var ama minik projeler. Ben Newyork’u çok önemsiyorum, özellikle C24’ü alkışlıyorum. Çok zor bence Newyork’da galeri sahibi olmak. En son İrfan Önürmen’in sergisine gittim. Zaten Ekavart’ta da yazdım onu. Önümüzdeki dönemlerde de Murat Pulat, Leila Heller Galeri’de kişisel sergisini açacak. Bütun bunlar çok gurur verici. Geçen hafta Allistair Hicks burdaydı. Biliyosunuz, Deutsche Bank’ın Sanat direktörü, baş küratörü. Ona birkaç galeriyi, bir kaç sanatçıyı tanıştırdım. Beni mutlu eden şeyler bunlar.
S.A: Peki son zamanlarda beğendiğiniz, takip ettiğiniz bir sanatçı var mı?
L.A: Türk olmasın. Çünkü taraf tutmamış olmak isterim. Hindistan’da bi kaç sanatçıya gözüm takıldı. Mesela Bharti Khen’i çok beğendim. Önemli koleksiyonlarda da işini gördüm.
S.A: Peki bugüne kadar almak isteyip de almadığınız bir iş oldu mu?
L.A: Herşeye sahip olmamam gerektiğini düşünüyorum. Ki boğa burcu çok sahiplenen bir tipdir. Ama bunun sonu yok tabiki. Belki de bu beni hakiki koleksiyoner yapmıyor. Halbuki beni delirten bir iş de olmadı. Koleksiyonumda bir Nur Koçak olmasını isterdim. Zamanında almalıydım, ama o zaman ajandamda yoktu. İnsanın öncelikleri değişiyor.
S.A: New Museum’un liderler konseyindesiniz. Bu nasıl gerçekleşti? Detaylarını biraz anlatabilir misiniz?
L.A: Her ülkeden bir üye davet ediyorlar. Türkiyeden de bana teklif ettiler. Ve bende kabul ettim. Yani bir dünya müzesi olmaya ve dünyada PR’larını yapmaya çalışıyorlar. Müzelerinde kendilerini tanıtmaları ve gezinebilir olmaları lazım. Ve de bu dünya çapında destekcilerle oluyor ve böyle bir network kurmaları lazım ki dünya içerisinde dolaşım kurabilmeleri kolaylaşsın.
S.A: New Museum ile Newyork’taki ilişkileriniz, bağlantılarınız daha da güçlenmiştir. Bize bahsetmek istediğiniz, yaptığı işleri takip ettiğiniz ve beğendiğiniz bir galeri var mı New York’dan?
L.A: Leila Heller’ın galerisi benim çok sevdiğim bir galeri ve çok da yakın dostum. Hakikaten onun sanata olan aşkı, yaptığı işler çok takdire şayan. Kezban Arca Batıbeki’yi dünya çapında bir santçı yaptığını düşünüyorum. Çok profesyonel fuarlarda tanıttı. Ve çok iyi bir iş çıkardı. Umarım Murat da öyle olacak. New York deyince, sanat açısından Leila arkadaşımın çok yanındayım. Galerisini çok beğeniyorum. Çok büyük riskler alıyor. İranlı sanatçıları gösteriyor, tanıtıyor. Koreli sanatçısı var. Galeri ve kişisel beğeni olarak Leila Heller’ı beğeniyor ve düzenli olarak takip ediyorum.
ART SHOULD NOT BE A PRIVILAGE!
Owning artworks is very commonly regarded as a privilege or something that only the rich can enjoy lately in Turkey. In Europe, people live in both material and spiritual wealth to get a new piece in their collection every month. In short, art is more accessible. Prices of galleries and other art platforms are a lot more in communities’ reach.
Unfortunately with the latest trend in our country, the prices skyrocketed and false appreciations occurred. Neither any gallery nor any artist could be found within reasonable price ranges in my opinion. I am just back from ARCO Madrid. I purchased artworks of museum caliber with reasonable prices. I believe our art market is suffering heavily due to these unreasonable prices. We of course have to consider the non-existent state support, insane gallery rents, how the newly graduated artists think that they have to sell overpriced works to prove themselves and etc… We will get through this as well, pieces will fall into place.
Seçil Alkış: I’d like to start with asking “what is the source of your dynamism?” as a generic tabloid press style question.
Leyla Alaton: It is not a question like that at all. It is rarely asked, but a very important question since it actually has various reasons. First, I do everything I do by loving it. And I like to know new people, I like to hear new lives. If I have anything to add to these lives, anyway I could, then that makes me even happier. I am friends with Aslı Bİçer for two years now. Total coincidence. I am always very sensitive in helping young people and women. I view Aslı as an entrepreneur woman. I also think that it is no easy task to own a gallery. Besides, you are publishing such a brilliant magazine here. I support anyone who does such positive, such effective works. I believe this is the source of my dynamism. I mean that feeling of being helpful. I also value appreciation a lot. Me being appreciated and especially, me appreciating what deserves to be appreciated. I mean, I appreciate all these being done. At the end of the day, If I can provide any sort of support, I find pleasure in it. That brings me dynamism.
S.A: You almost all fairs in various cities of the world. Are there any you haven’t been, and you especially are curious about?
L.A: I haven’t been to Hong Kong yet. I believe it to be a great loss. I hope I will be able to go this year, I really intend to. I went to Art India for the first time last week, as a guest of Christies. It was the fifth one. Of course, it was a magnificent event. They took us to see the great collections there. Besides the works we viewed in the fair, the ones we saw in the houses were absolutely brilliant! The art programs over there were also very interesting. Those who support art there, the wealthy, had homes falling nothing short of museums. It was very exciting to see such a thing. We traveled quite thoroughly. I mean, it wasn’t just any fair trip. Of course, when we go with such a group, we find many homes inviting us in. It is very much like us welcoming the foreigners coming to visit Contemporary Art Fair in our homes. They do very much the same, letting us see their collections and introducing their friends.
S.A: How do you position Turkey as a person who follows and has seen art markets globally? Where do you think we stand at this point?
L.A: Actually, those who are in this know it much better than anyone else. I can only comment that we achieved world standards, as an observer from outside. Turkish contemporary art progress in an unbelievably fast pace. Just this year, so many artists had their solo exhibitions in New York. We are proud of this! I have to support this in any way I can. If we can see Murat Pulat’s work here, get in touch with Leila Heller in this venue we are in, then that is my support to art. Gathering the ones I love, or perhaps the ones who can produce great works together and having no self-interest out of this at all. This perhaps is what makes me free, what makes me loved. I have no self-benefit in this and I never wanted anything out. I am neither a gallery owner nor an artist. I am only an art lover and I wish for what’s produced to have visibility abroad! My only aim is to have Turkish art and artists be known. I went to Documenta and published in Ekavart Blog. I believed others have followed. Mine is an effort carried through a path that involves no competition, no claims. I merely seek spiritual satisfaction.
S.A: You stated that Turkey is progressing rapidly and that is a good thing. As we said before, many galleries were found and many artist were born. A new understanding of curating came up. Number of auctions increased and with the Modern Art Fair the number of fairs will increase as well. Increase in the number of galleries to be formed in Contemporary Art Fair and with the events being better blend in… How will the downsides of this wideness and rapid increase affect Turkey? Could we expect the quality to fall where quantity rise?
L.A: This is common to all rapid advances in any subject! I agree with you hundred percent in these observations. Yet these are the downsides of rapid progress. When you take such large steps, someone is going to stumble and fall eventually. Some artists will stumble, some gallery owners and maybe some fairs. Yet, this should not stop us. I mean this cannot held us down from following and getting involved in contemporary art with global standards. If Malborough Gallery attended our fair this year, it is due to higher aims and claims we have as Turkish collectors and Turkish art-lovers. It is not for their own PR. I mean, I believe Istanbul is included in the world contemporary art today. Yet, as I said, I agree with what you have said. It might be exaggerated to a level. In every way even, to be honest. Even the speculating can be counted in this saying I bought it for this much I sold it for that much, I made that much in between… These are states all markets suffered through at some point. We are not any different. At least as far as I know!
S.A: You also stated that you are no collector in your article. You said you only purchase works to support art and artists. In your opinion, what is the main driver of art purchase in Turkey? Or, what are your criteria in purchasing art?
L.A: I said I am not a collector. Perhaps to protect myself and to limit what I am going to be exposed to. Yet, those who’ve been to my home tell me “if you are not a collector, then who is a collector?” I reply to them saying “I am the curator to my humble collection.” Truly, the only common denominator of the works I own is that they cater to my own taste and my soul. To give an example, Shirin Neshat’s work resembles peace and Selma Gürbüz’s ants resemble my own hardworking nature and dynamism to me. The work consisting of twenty-one female lips covered with gold, and worn on the neck by each and every one of those women, “Söz Gümüş” by Mehtap Baydu, reminds me of a different feminist philosophy. Then there is Bambu, by Mike and Doug Starn on the top of Metropolitan. I purchased a photography work by them while I was visiting Armory Art Fair with Alican Ertuğ, who passed away. That one reminds me of him. They all mean something to me. If I said that I’m no collector, I said it to protect myself as I just told you. I could perhaps call myself a mini-collector. I am a collector that does not compete with anyone else. Of course, art cannot be purchased solely in the name of supporting art. Art does not come by cheap. I buy them because I like them and I do the PR to support art. That does not mean it has to be the works I enjoy most. I especially avoid political content. I still believe them to be very important. I mean it can be a Biennial piece or a museum piece yet politic works are not the kind I’d like to see on my walls, in my home. A piece showing a flag, or an injured soldier or a child lying on the floor in a pool of blood or any other work featuring violence, no matter how much I suggest them to others, are not pieces I’d like to see in my home. I still pick the ones I can bear looking at. I do not speculate. I do not dream of founding a museum either. I do not purchase to have a stock at hand, neither do I have the means to purchase like that. It is the way it is for the moment, yet things could change. One’s taste can change, I am still learning so many things and as I learn, new perspectives are formed within – as learn new things and meet new people. That is the lovely thing about it anyway. It’s dynamism! If it wasn’t dynamic, then it would be boring. We would just get it done with and it would be done.
S.A: You say that you purchase works that you find emotionally catering to you in these days when art is purchased as investment. Would you like to comment on other collections or collectors in this regard? How is collecting perceived in Turkey?
L.A: I think there are some excellent collectors here. At least, they do no limit themselves with Turkey only. Mudo’s collection is unquestionable. So are the collector values that go along. As a matter of fact, it will be public very soon. We are talking about a person collecting artworks for thirty years, this must be congratulated a thirty times perhaps. Don’t you think so? I really appreciate the fact that it all started when there only was the Yahşi Baraz and Galeri Nev and it still is going on. On the other hand, the mere presence of good collectors would not be good for us either. Having the good and the bad and the speculator adds dynamism to it all. The greatest of responsibilities fall to galleries here. They should now be able to recognize who purchases and then sells in auctions, they should be really picky in selling artworks. I mean, they should have the luxury to do so. I witnessed this with my own eyes; I was thinking about a second purchase from a gallery that I just bought a piece from. Someone came and purchased it, of the same artist. Then sold it in an auction two weeks later. How can people do that! I asked the gallery owner about this and he told me that person was blacklisted. We will get through these. There is nothing to be done. This is the ethical side of the issue. Everyone has their responsibilities when it comes to this. Gallery owner, auctioneer, everyone… The greatest responsibility is with the artist though. We are a small society here. Some rules have to be settled in within this market. Purchasing from an artist bypassing the gallery is not an achievement but a disgrace in my opinion. We are reaching global standards now. This is a very serious sort of marriage. And of course there is something called the marriage contract. It is something both sides must follow.
S.A: We talked about the rules of the marriage and the ethical rules. There is a contract. Even if there isn’t, what do you think about Santral Istanbul’s collection being sold in an auction with some ethical requirements?
L.A: I do not know the entirety of the situation. I read a couple Tweets about it. Let this be a lesson to all. There are many lessons to be taken from happenings like this. It is not the end of the world! That is my point of view. For everyone, for the artist, for the gallery who provided, for the place that calls itself a museum… It is very much like making a claim on the future of your baby. Is it not? Where will it go? Who will own it? Who will take care of it? Who will raise it? Who will feed it? This is something very much within those lines. That is why the contract is everything. We are in this sort of an era now. If everything is written, there will be no place for discussion. What happened, who did it, who said what… Questions like this do not belong in today’s world.
S.A: There is something else I am interested in after this negative and unethical matter. Are there any projects you plan to do in the near future?
L.A: I am a member of the Leadership Council of New Museum. This is my second year. Although I wouldn’t dare push their curators to do so, I hope that I can convince them to involve Turkish artists in their programs indirectly. I mean I dream of an exhibition featuring mainly Turkish artists in New Museum. I want to be a part of such a thing and be happy. Aside this, there are only small projects in my mind. I mean there are all sorts of projects but they are all tiny. I really value New York, I especially applaud C24. It is a very difficult thing to own a gallery in New York. I last visited Irfan Önürmen’s exhibition. I already wrote about it in Ekavart. Coming up next is Murat Pulat in Leila Heller Gallery with a personal exhibition. These are all things to be proud of. Alistair Hicks was here last week. You know, the art director of Deutshce Bank, the main curator. I introduced him to some galleries, some artists. These are things that make me glad.
S.A: Is there any specific artist you follow, you like, lately?
L.A: I would rather not name a Turkish one. That would be supporting sides. I was intrigued by some artists in India. Bharti Khen is one of them, I like his work a lot. I saw his work in some very important collections as well.
S.A: Was there ever any artwork you really wanted to purchase, but couldn’t do so?
L.A: I believe I shouldn’t be able to own everything. Yet Taurus is a sign that is very possessive. Yet, there is no end to this. Perhaps this is what stops me from being a real collector. However, there really was never any work that I was crazy about. I wish I had a Nur Koçak work in my collection. I should have purchased back in the day, yet it wasn’t in my agenda back then. Priorities change.
S.A: You are a member of New Museum’s Leadership Council. How did you achieve this? Could we learn a bit about the details behind?
L.A: They invite a member from each country. I was offered the position from Turkey, and I accepted. They seek to be a world museum and do PR activities in becoming one. They have to be able to promote themselves in their museums and they should be worth visiting. This happens through world class supporters. They have to form such a network so that they can form communications around the world in an easier way.
S.A: Your relationships and connections in New York must have had strengthened with New Museum. Is there any particular gallery you would like to tell us about, a gallery that you follow and like, in New York?
L.A: Leila Heller’s gallery is one of my favorites, and she is a real close friend of mine. Her love for art and the thing she does is definitely worth of commendation. I believe that she made Kezban Arca Batıbeki into a wold class artist. She promoted her in very professional fairs. And did a very good job doing so. I hope Murat will be like that too. When New York is the subject, I support my friend Leila in everything she does in terms of art. I like her gallery a lot. She is taking great risks by the way. She invites Iranian artists, she promotes them. She has a Korean artist that she works with. As a gallery and as personal admiration, I follow and particularly admire Leila Heller.